12 Mayıs 2013 Pazar

Ya Varsa?

      Hıncal Uluç, 12 Nisan 2013 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde ''Ateisti Kim Yarattı?..'' başlıklı yazısında Profesör Peter Higgs'in ortaya attığı teori olan Higgs Parçacığı'na değinmiş, ve profesörün ateist olmasını kendi kaleminden aktardığım şu sözlerle eleştirmiş:

     ''Valla, hocam benim bildiğim, inandığım, senin tanrı tanımazlığının bir kıymeti harbiyesi yok. Fikrine, inancına saygım tamam..
      Ama benim inancıma göre, Tanrıtanımazları da Tanrı yarattı.. Hatta sizin Tanrıtanımaz olmanıza da o izin verdi..
      Senin inancın doğruysa, ikimiz için de sorun yok. Ama benimki doğruysa sen yandın!.''



      Bu, Fransız bilim adamı Blaise Pascal'ın ortaya attığı bir düşüncedir. Bu düşüncenin benim için yeterli açıklamaya sahip olmadığını düşündüğüm için bu yazıyı yazmak istedim. Düşüncelerimi bir taslak haline getirip yazımı tamamlamam neredeyse bir ayımı aldı. Bu süre içerisinde de bu konuyla ilgili yeterli bilgiye ulaştığımın inancındayım.


      Sözlerime öncelikle şunu belirterek başlamak istiyorum; benim için bu düşünce katıksız bir tüccar zihniyetidir, ve köprüden geçene kadar ayıya dayı deme tabiriyle özdeştir. Böyle bir mantık, eğer varsa gerçek bir tanrıya yapılacak en büyük hakarettir. Bunun dışında o varlığı yağcılıktan ve iki yüzlülükten etkilenen aciz bir varlık yerine koymaktır. Dini inançlar, değişmez ve asla sorgulanamaz doğruları olan dogmalar üzerine kuruludur, ve böylece 'ya varsa' safsatasının aksinin düşünülmesine engel olunur. Bu düşüncenin zihinlere genç yaşta yerleştirilmesiyle birlikte bilimin ve ilerlemenin temel koşulu olan merak ve kuşkunun önü kapatılır, sonucunda ise bağnaz ve her durumu kabul eden bir toplum oluşturulur.

      Bunun dışında bahsetmek istediğim bir konu daha var. Din olgusunun zaten temel hedefi budur. Gönülsüz de olsa korkuya, şantaja ve rüşvete dayanarak insanları teslim almak. Günümüzde İslam ülkeleri dünyanın en adaletsiz sistemleriyle yönetilmelerine rağmen hiç birinde en ufak bir başkaldırı ve tepkinin olmamasının temelinde bu dinin insanların bilinçaltına kazımış olduğu tereddütsüz itaat içgüdüsü yatmaktadır.

      Burada bir ikinci noktaya daha değinmek istiyorum. Tanrının gerçekten var olduğunu ve sözüm ona kutsal kitaplardaki özelliklere sahip olduğunu varsayalım. İnsanlar o zalim, inanmayanları sırf kendine kulluk etmedi diye hiç kimsenin hayal dahi edemeyeceği şekilde cezalandırırken, kendilerinin güvencede olduklarından nasıl emin olabilirler? Kendisine hiçbir kötülük edemeyecek kadar aciz yaratıkları sırf inanmıyorlar diye sonsuza kadar cezalandırabilecek bir varlığın 'müminlere' verdiği sözü tutacağına kim güvence verebilir?

      ''Ben istersem herkesi hidayete erdirebilirim, ancak cehennemi insan ve cinlerle dolduracağıma dair söz çıktı ağzımdan.'' diyen o değil mi? Böyle diyerek günahkarlar için cehennem değil; cehennem için insanlar yarattığını ifade eden o değil mi?

      Eğer gerçekten varsa, hayal dahi edemeyeceğimiz kadar acımasız olan varlığa yaranmaya çalışırken, yukarıdaki ticari (!) argümanı öne sürmek kabahatten daha büyük bir özrü öne sürmek değil midir?


17 Şubat 2013 Pazar

Değmez





''Değmez'' dedi.

Erken saatte uyandım.
Yatak odamın tavanı eğilirken üzerime
Bir saat daha uyudum. Belki iki.
Havada ölü bir romantizm vardı ve bir ninni örttü üzerimi.
Anlaşılmamak acıktırıyordu insanı.
İki gün önceden kalan pizzanın son dilimini ısıtacaktım.
Mikro dalga
''Değmez'' dedi.
Ne kızgındır arka koltuğunda bayıldığım taksici şimdi.
Acaba son bardağım nerede kırıldı.
Karşılıksız sevmek makro bir dalgadır.
Onu anladım.
Oturdum biraz kitap okudum.
Şu hayatta ne öğrendiysem telefon beklerken öğrendim.
Onu anladım.
Bir kitap bitti.
Diğerine geçtim.
Sırtım ağrıyordu nedense.
Uzanmak istedim doğruldum.
Yastık
''Değmez'' dedi.
Küçükken dinleyip unuttuğum masalları düşündüm uzun uzun.
Aklıma hiç biri gelmedi.
Son mesajlaşmalarımıza bakayım dedim.
Telefon
''Değmez''.
Kötü bir gün geçiriyordum.
Buna alışığım.
Kötü bir gün geçirmek beni daha sivri bir insan yapacaktı.
Ne de olsa
Bizi öldürmeyen her şey bize sihirli güçler katacaktı.
Bir sigara daha yaktım.
İçki içmek için çok erkendi.
Yeniden doğmak için çok geç.
Başka bir şehirde yaşamak için
Doktor olmak için mesela.
Her şeyi bırakıp gitmek için çok geçti.
Tekrar çocuk olmaya karar vermek için,
Yeni yeni yerler keşfetmek için,
Bir daha sevmek için..
Yarım şişe viski vardı tezgahın üzerinde.
Elim kesme bir cam bardağa yürüdü.
Bardak
''Değmez'' dedi.
Seni sevmek seni mutlu etmekti.
Seni sevmek,
Geceden kalan viskiyi gündüz gözüyle şişeden içmekti.
Teşhis edilemeyen bir hastalık gibi.
Genç yaşta başlayan bir bağımlılık.
Gösteriş olsun diye alınıp bir sayfası bile okunmayan kitaplar gibiydi sevilmek.
Seni sevmek adaletse
Tanrılar hüküm giymeliydi.
Ayakkabılarımı giyip çıktım evden.
Biz romantikler deniz kenarında yürümek insana iyi gelir zannederiz nedense.
Sahiller kandırılmışlar ve aldatılmışlarla doludur bu yüzden.
Şimdi bir denize atsam kendimi.
Boğulacağım şey önce kendi karanlığım olacaktır dedim içimden.
Bir resmini buldum
İç cebimde.
Ve ellerim hep yara iziydi.
Bir banka oturdum.
Ölümü düşündüm.
Ölümün ilk işareti
Doğumu düşündüm.
Martıları izledim dans ederlerken.
Rüzgar
''Değmez'' dedi.
Sonra o biri geldi yanıma.
Gözleri aynı sen.
Merhaba dedi
Dudakları,
Gözleri aynı sen.
Şiirlerdeki kadar korkutucu değildi sonra hayat.
Seni son gördüğümde o bankta oturuyordum ben.
Sana en yakın olduğum şey yırtık ellerimde solgun bir resimdi.
Seni sevmek yapabilmek değil
Yapmasını sevmekti.
Seni sevmek,
Yokuş aşağı hızla giden patlak frenli bir arabanın içindeyken
Çalan şarkıyı sevmekti.
O vardı
Ben vardım
O aslında en çokta sendin
Ve bunu neden sonra anladım.
Gülümsedim öylesine.
O sen de gülümsedi.
Sahil
Yeniden aşık olmak için elverişli bir yerdi.
Tam sevecektim seni her yerinden,
''Girme o topa'',
Yolunu beklerken içtiğim sigaralar ve dün geceden arta kalan ne varsa masada.
Banktaydık, oturuyorduk.
Hayat 
''Girme o topa, değmez.'' dedi.